Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği

Özel Giresun Kent Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr.İsmail ÇETİN Ruhsal hastalıklar konusunda bilinen doğrular ve yanlışlar konusunda açıklamalarda bulundu.

RUHSAL HASTALIKLAR: DOĞRULAR VE YANLIŞLAR

Özel Giresun Kent Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr.İsmail ÇETİN Ruhsal hastalıklar konusunda bilinen doğrular ve yanlışlar konusunda açıklamalarda bulundu.         

            İnsanoğlu tarihsel süreç boyunca bilmediği her şeyden korkmuştur ve bu yeni durumlara, kendi zihin yapısına ve yaşadığı döneminin bakış açısına göre açıklamalar getirmeye çalışmıştır. Bu gün bize çok saçma ve akıl almaz olarak gelen bazı bilgilerin kendi dönemi içinde doğru ve bu bilgilere inanan insanların, normal zekada insanlar olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu noktadan hareketle sizlere bu yazıda ruhsal hastalıklar hakkında doğru bilgiler vermeye ve zihinlerde yerleşmiş hatalı bilgilerin doğrusunu ulaştırmaya çalışacağım.

 

Ruhsal hastalık nedir? Psikiyatristler ruhu mu tedavi eder?

            Psikiyatri uzmanlarının devletçe kabul edilmiş resmi unvanları Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı’dır. Bu unvanda geçen ruh kelimesi birçok insan için kafa karıştırıcı olabilmektedir. Öncelikle vurgulamamız gereken bir husus var ki o da, psikiyatrinin anladığı manada ruh ile dini anlamda kullanılan ruh kavramlarının aslında birbirinden tamamen farklı kavramlar olduğudur. Yabancı kaynaklardaki mental hastalıklar (akılla ilgili) kavramı bizde ve bazı doğulu ülkelerde daha ziyade ruhsal anlamında kullanılmıştır. Arap ülkelerinde ise psikoloji ‘ruh bilimi’ değil, ‘nefis bilimi’ adıyla anılmaktadır.

İnsan beyninde duygu, düşünce, algı, uyku gibi fonksiyonları düzenleyen, nöron (beyin hücresi) adı verilen hücrelerin oluşturduğu merkezler vardır. Bu merkezler arasındaki ilişkiler kimyasal iletici (nörotransmitter) adı verilen bazı kimyasal maddelerce sağlanır.  Bu nörotransmitterler oldukça fazla sayıdadır ve en çok bilinenleri seratonin, dopamin, adrenalin ve noradrenalindir. İşte ruhsal hastalık denilen durumlar, bu merkezlerin arasındaki biyokimyasal dengesizliklerden kaynaklanır ve bu biyokimyasal dengesizlikler düşünce, algı ve davranışta bazı bozulmalara yol açar ve sonuçta psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu süreci etkileyen faktörler arasında ise, doğuştan gelen genetik yatkınlık, çocuklukta aile ve yakın çevreden edinilen baş etme becerileri, yaşam koşulları ve kültürle ilgili unsurlar yer almaktadır. Öyle ki kültürel unsurlar hem hastalığın ortaya çıkışıyla, hem de tedavi süreciyle doğrudan ilişkilidir. Ruhsal hastalık oluşturma sürecine etki eden durumlar arasında alkol ve madde kullanımını da özellikle belirtmekte fayda vardır.

Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: bizim ruhsal hastalık dediğimiz durumlar aslında beynimizde hücresel düzeyde ortaya çıkan bozukluklardır. Yani gerçekte hastalanan ruhumuz değil, beyin hücrelerimiz yani nöronlarımızdır. Biz psikiyatristler olarak ruhları tedavi etmiyoruz; nöronları tedavi ediyoruz cümlesini kullanmak çok da yanlış olmayacaktır.

 

Psikiyatri ilaçları ağır ilaçlar mıdır? Bağımlılık yaparlar mı?

İlaçların ruhsal hastalıkların tedavilerinde aktif bir şekilde kullanımları 1950’li ve 1960’lı yıllarda başlamıştır. Bu yıllarda şizofreni ve depresyon tedavisinde kullanılmaya başlayan bazı ilaçları bizler bu gün sınırlı da olsa kullanmaya devam ediyoruz. Bu gün çok sınırlı kullandığımız bu ilaçların ilk kullanılmaya başlandıkları yıllarda ruhsal hastalıkların tedavisinde çığır açtıklarını ve birçok akıl hastanesinden, hastaların taburcu edilmesinin yolunu açtıklarını da unutmamak gerekiyor.  O dönemlerde kullanılan birçok ilaç ise yan etkilerinin yoğun olması sebebiyle kullanımdan kaldırılmıştır.

Sadece ruhsal hastalıkların tedavisinde değil, tüm ilaçlar için ağır ilaç kavramı yerine asıl önemli olan kavram ilacın gerekli olup olmadığıdır. Bugün şizofreni tedavisinde kullandığımız klozapin adlı ilacı hastaya reçete ederken bunu hasta ve yakınını yazılı olarak bilgilendirerek veriyoruz. Çünkü bu ilaç, yüz hastanın birisinde, kanda mikroplarla savaşan akyuvar adı verilen hücreleri azaltabiliyor ve ciddi enfeksiyonların gelişimine sebep olabiliyor. Bu nedenle ilk 5-6 ay boyunca her hafta kan tahlili yaparak ilacı kullanıyoruz. Bu açıdan bakılırsa bu ağır bir ilaç gibi görünebilir.  Ama aynı ilacın hiç bir tedaviye cevap vermeyen şizofreni hastalarının bir kısmında dramatik düzelme sağlaması, onun aslında kontrollü kullandığında ne kadar faydalı olduğuna da işaret etmektedir.

Ruhsal hastalıkların tedavisinde özellikle son 20-30 yıldan beri, hastanın yaşam kalitesini bozmayan ve günlük ve mesleki aktivitelerine engel olmadan, hastayı hayatın içinde tutarak tedavi edebilecek ilaçların geliştirilmesinde çok ciddi adımlar atılmıştır. Bundan 15-20 yıl önce 2-3 ay hastaneye yatırıp 2-3 ay rapor vererek yaptığımız birçok tedaviyi artık, 1-2 haftayı geçmeyen kısa istirahat ve hastaneye yatışlarla tedavi etme noktasına ulaşmış bulunmaktayız. Çünkü artık kullanılan birçok ilaç hastayı uyutmadan, dikkatini bozmadan, günlük yaşamın içinde tutarak tedavi etmemize olanak sağlamış durumdadır.

Ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar özel reçetelerle hastaya verilir. Aslında bunun amacı, bu tür ilaçların, ilaçları tedavi amacı dışında kullanan insanların eline geçmesini önlemeye yarayan bir tedbirdir. Hastasını muayene eden bir psikiyatrist, ilaç kötüye kullanma riskini de değerlendirecek ve tedavisini buna göre düzenleyecektir. Bu tür ilaçların tedavide etkili ve faydalı şekilde kullanılabileceği bir süre vardır ve bu süre aşılmadıkça bağımlılık riski son derece düşüktür. Bağımlılık riski ancak tedaviyi doktoru ile işbirliği içinde olmadan sürdüren hastalar için söz konusu olabilen bir durumdur. Günde bir paket sigara, haftada 5 gün alkol tüketen bir hastanın, ‘hocam bu ilaç bağımlılık yapmasın’ söylemine, biz genelde gülümseme ile karşılık veririz.

 

Psikolog ve psikiyatristin farkı nedir? Psikiyatristler sadece ilaçla mı tedavi eder?

Psikiyatri uzmanları tıp doktorudurlar ve Tıp Fakültesi eğitiminin üzerine 4 yıl süreyle ruhsal hastalıklar konusunda eğitim alarak uzman olurlar. Psikologlar ise Fen Edebiyat Fakültelerinin psikoloji bölümünü bitirtirler ve belirli bir süre klinik eğitimi alarak klinik psikolog olarak mesleki yaşamlarına devam ederler. Aslında gelişmiş bir ruh sağlığı hizmet biriminde ruhsal hastalıkların tedavisinde pskiyatristler ve psikologlar bir ekip olarak çalışırlar.  Ne yazık ki ülkemizde ancak sınırlı sayıda birimde gerçek anlamda bu tür koordineli hizmet üretilebilmektedir. Birbirinden bağımsız olarak çalışan psikolog ve psikiyatristlere başvuran hastaların hastalık şiddeti de farklılıklar göstermektedir. Psikiyatristlere ilaç kullanma gerekliliği daha yüksek olan orta ve ağır kategorideki hastalar başvururken, psikologlara ise genellikle hafif ve orta hastalık şiddetindeki hastalar başvurmaktadır. Bu durum psikiyatristlerin ilaçla, psikologların ise konuşmayla tedavi yaptığına dair yanlış bir inancın zihinlere yerleşmesine yol açmıştır. Devlet hastanelerinde sınırsız sayıda hasta muayene etmek zorunda bırakılan psikiyatri uzmanları, zaman içinde zorunlu olarak tedavide ağırlıklı olarak ilaç kullanmaya başlamışlardır. Günümüzde artık psikiyatri uzmanlarının çok büyük bir kısmı, uygun şartlar sağladığında,  psikoterapiyi hastalıkların tedavisinde kullanabilecek düzeydedir.

 

Depresyon psikiyatrinin soğuk algınlığı mı? Depresyon ilaçları etkisiz mi?

Depresyon tüm dünyada en yaygın görülen ruhsal hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü normlarına göre, bir hastalık dünyada ne kadar yaygın görülüyorsa, ne kadar işgücü kaybına, ne kadar ölüme yol açıyorsa o kadar ciddi bir hastalıktır. İnsanların % 25’i yaşamları boyunca bir dönem depresyon yaşar. Günümüzde depresyon kelimesi günlük yaşamda çok sıklıkla kullanılmakta olup, bu kullanımların çoğu yanlış belirtileri depresyon olarak nitelemektedir. Psikiyatristler depresyon denildiğinde, en az 2 haftadan beri devam eden ve sabahtan akşama kadar süren zevk alamama ve sevilen aktivitelere olan ilgi kaybına ek olarak unutkanlık, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, iştahsızlık ya da aşırı yeme, dikkat ve konsantrasyon bozukluğu, intihar düşüncelerinin eşlik ettiği bir dizi belirti algılarlar. Bu belirtilerden intihar düşünceler oldukça önemlidir ve ölümle sonuçlanmış bir intihar girişimi sadece depresyonlu hastanın yakınları açısından değil, toplumsal ve sosyal açıdan da çok ciddi sonuçları olan bir durumdur.

Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar konusunda da oldukça yanlış bilgiler mevcuttur. Bazı insanlar bu ilaçları mutluluk ilacı gibi algılarken, bazıları da faydasız ya da gereksiz ilaçlar olarak niteleyebilmektedir. Gerçekte depresyon ilaçları hafif düzeyli depresyonlarda etkinliği son derece sınırlı olan ama ağrı depresyonlu hastalarda tedavide etkinlikleri artan maddelerdir. Bu nedenle hafif depresyonlarda sadece psikoterapi tedavide yeterli olabilirken, depresyon ağırlaştıkça uygun doz ve sürede depresyon ilacının da psikoterapiye eklenmesi gerekir. Maalesef psikiyatrist kontrolü dışında kalan çoğu hasta, bu ilaçları etkin olmayan dozda aylarca, bazen de yıllarca gereksiz bir şekilde kullanabilmektedir. Buna mukabil depresyon ilaçları, tekrarlayıcı depresyonu olan bazı hastalarda çok uzun süreler ve hatta ömür boyu da kullanılabilmektedir.

 

Şizofreni tedavi edilebilir mi? Şizofreni genetik bir hastalık mıdır?

Şizofreni dünyanın hemen her tarafında % 1 oranında görülen ciddi bir ruhsal hastalıktır. Genellikle gençlik döneminde başlar ve hastaların önemli bir kısmında özellikle tedavisiz kaldığında, ilerleyici ve kişinin işlevselliğini belirgin derecede bozan bir hastalıktır. Hastalık hezeyan denilen düşünce bozuklukları, hallusinasyon denilen algı bozuklukları, konuşma ve davranış bozuklukları ile seyreder. Anne ya da baba da şizofreni varsa, çocukta ortaya çıkma ihtimali 5 kat artar; yani anne babadan birisi şizofreni ise çocukta ortaya çıkma ihtimali % 5 tir.

Şizofreni tedavisinde ilaçlar önemli bir yer tutarlar. Günümüzde kullanılan ilaçlar önceden kullanılan ilaçlara göre yan etkileri daha az olan ilaçlardır ve hastaların toplum içinde kullandığı ilaçla tanınmadan yani damgalanmadan tedavi edilmesine imkan sağlarlar. Bir kısım hasta günde sadece bir tane ilaçla ya da ayda bir defa yaptırdığı bir iğne ile yaşamını ve mesleğini rahatça sürdürebilmektedir. Ancak buradan şizofreni tedavisini sadece ilaç tedavisi gibi algılamamak gerekir. Şizofreni zihinsel anlamda yıkıma da yol açabileceğinden, hastaların günlük yaşama uyumunu artırıcı rehabiltasyon tedavilerinin mutlaka tedaviye eklenmesi gerekir. Bu amaçla kurulan Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri son dönemlerde çok başarılı çalışmalara imza atmaktadırlar.

 

Ruhsal hastalıkların tedavisinde dini telkinlerin yeri nedir?

Yazımızın başında ruhsal hastalıkların aslında nöronlarımızın yani beyin hücrelerimizin hastalıkları olduğundan söz etmiştik. Bu gün bir epilepsinin tedavisinde, bir felç hastalığının tedavisinde dinsel yaklaşımlar ne kadar etkinse;  ruhsal hastalıkların tedavisinde de gerçekte o kadar etkindir. Oysa bu gün İslam dininin kötü kullanıcıları olan bir çok kişi, bu tür hastalığı olan insanlara, ‘senin içine cin girmiş, cinin üzerine idrarını yapmışsın, cinin çocuğunun belini kırmışsın’ gibi saçma sapan söylemlerde bulunabilmektedir ve bu tür söylemlerin Ortaçağ Avrupa’sından hiç de farklı bir yaklaşım olmadığı aşikardır. Dini yaklaşımlar sadece telkine müsait olan bir grup hastada başlangıçta etkin gibi görünebilirse de, uzun vadede aslında tedaviyi olumsuz etkilemektedirler. Onlu yaşların başlangıcında olan bir çocuğa, yaşadığı belirtilerin cinlerden kaynaklandığını söylemek, o çocuğun bütün hayatını etkileyecek bir dizi olumsuz gelişmelerin ilk basamağını oluşturacaktır. Felak ve Nas sureleri, Allahtan şifa dileyen herkesin kolayca öğrenip okuyabileceği surelerdir ve bunun için bir aracıya da gerek yoktur.

Başa Sar
Gizliliğiniz bizim için önemlidir. 6998 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Hakkında Bilgilendirmeye buradan ulaşabilirsiniz. tıklayın
X